Translate

Sayfalar

28 Mart 2011 Pazartesi

Karikatürlerle Türk Edebiyatı ve Edebiyatçıları sergisi

Karikatürlerle Türk Edebiyatı ve Edebiyatçıları sergisi

Muğla Üniversitesi'nde, ''Karikatürlerle Türk Edebiyatı ve Edebiyatçıları'' sergisi açıldı. Sergide, 1910 yılından itibaren gazete ve dergilerde yayımlanan 90 karikatür yer alıyor.
Üniversitenin Atatürk Kültür Merkezi'ndeki serginin açılışında, Metin Bilim Topluluğu Koordinatörü Doç. Dr. Cüneyt Issı, 90 karikatürün sergilendiği etkinliğin 3 gün süreceğini belirterek, ''Amacımız, mizahla edebiyat arasındaki ilişkiyi ortaya koymak. Edebiyat ve edebiyatçılarla ilgili karikatürleri insanlarımız ve öğrencilerimizle paylaşmak. Sergide, 1910 yılından itibaren gazete ver dergilerde yayımlanan 90 karikatür yer alıyor. Sergi sürecinde 40 öğrencimiz gönüllü olarak görev aldı.'' dedi.

24 Mart 2011 Perşembe

Ey erkek, senden başka şehit düşen yok mu?

"Ey erkek, senden başka şehit düşen yok mu?"

Metin Fındıkçı'nın çevirisiyle Arapça'dan Türkçe'ye kazandırılan kitap, okuru Sadi Yusuf, Muzaffer el Nevvab, Mahmud Derviş ve Hasan Tayyib gibi büyük isimlerin eserleriyle buluşturuyor. Can Yayınları'ndan çıkan kitap okurlarını bekliyor.
Arap şiirinin önemli isimlerini bir araya getiren Çağdaş Arap Şiirleri Antolojisi, Metin Fındıkçı’nın titiz çalışması ve çevirisiyle ilk kez Türkçe’ye kazandırılıyor. Metin Fındıkçı’nın özellikle aşk şiirlerine yer verdiği antolojide, şairler üç kuşağa ayrılıyor: 20. yüzyılın başında doğanlar, Arap modern şiirini sürdürüp etkili kılanlar ve onların izini süren orta yaş ve genç şairler… Adonis, Nizar Kabbani, Nazik el Melaike ve Mahmud Derviş gibi dünyaca tanınmış şairlerin ardından çoğunun adını ilk kez duyduğumuz önemli sanatçılar antolojideki yerini alıyor.
12 ülkeden 52 şaire yer veren Çağdaş Arap Şiirleri Antolojisi, bugüne dek çok az kişinin varlığından haberdar olduğu 150 şiiri Türk okuruyla paylaşıyor. Kadına duyulan aşkı yücelten şiirlerin hemen hemen hepsi ilk kez bu eserde yer alıyor. Arap kültüründeki aşka perde aralayan yapıt, türün en iyi örneklerini bir araya getiriyor.



Notre Dame'ın Kamburu Makyajı

3 saatte 'Notre Dame'ın Kamburu' oluyor

Ankara Devlet Opera ve Balesi'nin sahneye koyduğu Victor Hugo'nun ölümsüz yapıtından uyarlanan 2 saatlik ''Notre Dame'ın Kamburu'' bale gösterisinde kambur zangoç Quisamodo'yu canlandıran Serhat Güdül, usta makyöz Macit Kavuncu'nun koltuğunda 3 saate yakın zaman geçiriyor.
Quisamado'nun bu gösteride dans eden bir karaktere dönüştüğünü ifade eden Makyöz Kavuncu, ''Makyaj, özel olarak hazırlanan lateks ve köpük protezlerle yapılıyor. Quisamodo'yu dönüşümlü olarak Serhat Güdül, Burak Kayıhan, Serhat Elifer canlandırıyor. Her biri için farklı kalıplar hazırlandı. Her birinin protezleri farklı. Bu özel protezlerin yüze uygulanması ve makyajı yaklaşık 3 saat sürüyor. Sahnede danslar eden kambur zangoç Quisamodo karakterinin makyaj protezlerinin sabit kalabilmesi oldukça zor'' dedi.







Makyajın ve protezlerin her oyun sonunda çöpe atıldığını da ifade eden Kavuncu, her oyun için protezlerin yeniden hazırlandığını söyledi.

22 Mart 2011 Salı

"Tozlu Hayaller" sanatseverlerle buluşuyor

Çağdaş Bale Topluluğu sezonun kapanışını CKM'de gerçekleştiriyor. Devlet Opera ve Balesi'nden solist dansçıların pointler üzerinde dans ettiği, "Tozlu Hayaller" 26 mart 2011 cumartesi akşamı son kez sahnelenecek.
1972 yılından bu yana, her sezon perde açan ve Türkiye'nin ilk özel bale topluluğu olmasının yanı sıra 200'ü aşkın eser repertuvarı ile zengin bir yelpazeye sahip olan Çağdaş Bale Topluluğu, devlet desteği ve özel sponsor yardımı almaksızın bale sanatını izleyici ile buluşturmaya devam ediyor. Günümüze dek yüzlerce profesyonel dansçı ve eğitmen yetiştirmiş olan usta koreograf Cem Ertekin yönetiminde 39. yaşını kutluyor.

Aşkın gül yapraklarındaki dansı: Güldestan

Aşkın gül yapraklarındaki dansı: Güldestan

Türk toplumunun köklerinin bugüne tutunduğu bir zamanda; bir damat, bir gelin, büyülü bir aşk ve ruhun bedenle dansı...
Geleneklerin zaman içinde sürüklendiği eşsiz bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız ‘Güldestan Balesi’ni kesinlikle kaçırmayın. Antalya Devlet Opera ve Balesi’nin geçtiğimiz ay prömiyerini gerçekleştirdiği ve sanatseverlerin büyük ilgisiyle karşılaşan Güldestan, 26 Mart Cumartesi günü saat 16:00’da Haşim İşcan Kültür Merkezi’nde yeniden sahneleniyor.

21 Mart 2011 Pazartesi

Antik Yunan Ve Roma Dönemi Pişmiş Toprak Heykelcikleri

Hellenistik ve Roma Dönemi Kapları


Antik Yunan Ve Roma Dönemi Pişmiş Toprak Heykelcikleri



20 Mart 2011 Pazar

Barok 1600-1750

Barok 1600-1750




Barok, Rönesans ve Maniyerizm’den sonra başlayan ve 17.yy başından 18.yy sonlarına kadar uzanan Avrupa sanat anlayışıdır. 1600’lü yılların başında sanata hareket, coşku ve günlük yaşam katıldı, Ortaçağın felsefesi ön plana çıktı. Barokla birlikte resme bir gizem katıldı ve bu gizem, klasik sanatın ve Rönesans’ın sonu oldu. Üslup ve içerik bakımından klasik sanattan ayrılır.





Özetleyecek olursak:
• Rönesans’ın katı kurallarına tepki olarak doğmuştur.

Klasik Dönem Osmanlı Sanatı

KLASİK DÖNEM OSMANLI SANATI

İkinci Bayezid döneminden 16. yüzyılın sonuna kadar olan süre, Osmanlı mimarisinin “Klasik Dönemi” olarak adlandırılır. II.Bayezid ile başlayan bu döneme, aynı zamanda “Büyük Külliyeler Devri” de denilebilir.
Osmanlı devleti, Fatih Sultan Mehmed’le birlikte imparatorluk niteliği kazanmıştır. Erken dönemde de külliye sayısı hayli çok olmakla birlikte kent planlamasına pek büyük katkıları yoktu.

Ebru Sanatında Sıra Dışı Bir Güzellik

Ebruda Sıra Dışı Bir Güzellik
Atilla Can
Ebru sanatına, “portre ebru” ve “kardelen çiçeği” formlarını kazandıran ve 2009’da Hat Dergisi yılın ebru sanatçısı ödülü alan Atilla Can, ebru sanatının sayılı yol göstericilerden biri…
Üniversitelerin güzel sanatlar bölümlerinde ebru branşını eklemek ve ders olarak okutmak gerektiğini düşünen Atilla Can, yurtdışında Türk sanatları içinde en çok kıymet gören sanatın ebru olduğunu, ancak Türkiye’de diğer sanat dallarına verilen kıymetin henüz ebruya verilmediğini düşünüyor. Atilla Can ile ebru ve benzersiz sanatı üstüne konuştuk.

Ebru sanatçısı Atilla Can
Röportaj: Mihriban Doğan
Ebruya nasıl başladınız?
Ebru sanatının varlığını biliyordum. Su üzerinde icra ediliyor olması onu tılsımlı ve enteresan kılıyordu. Bu da bende onun cazibesine karşı koyamayacağım hissinin uyanmasına vesile oldu. İçimdeki o coşku ve hararet ile ebruyu araştırmaya başladım. Ebru sergileri gezdim, ebrulu ürünleri inceledim, dokundum ve bu sanatı kesinlikle yapmam gerektiği kanısına vardım. Arayışlarım sırasında bir gün Sultanahmet’te bildiğim bir hat erbabının konuğu oldum. Ona ‘ebru öğrenebileceğim bir yer var mı?’ diye sorduğumda, yanına oturduğum kişinin, ''Ben ebru sanatçısıyım,'' demesiyle bir an şaşkınlık yaşadım. O kişi aynı zamanda hat hocasının talebesi olan Ali Çalışır'dı. Bu tanışıklık ile ebru ile yolculuğumun ilk biletini o gün almış oldum. İlk ders randevusu 29 Mayıs pazar gününe tesadüf etti. Mehteranların fetih nidaları içinde, İstanbul’un doğum gününde, o istisnai günde ilk ebru dersini alarak sanat yaşamıma başlangıç yapmış oldum.

Erken Dönem Osmanlı Sanatı

ERKEN OSMANLI SANATI
(Başlangıcından Fatih Dönemi Sonuna Kadar)
Yıldız Demiriz
Osmanlı mimarisinin erken döneminden günümüze gelen yapıların çoğu dini mimariye bağlıdır. Dönem üsluplarını ve plan gelişmesini kesintisiz inceleyebileceğimiz başlıca yapı grubu ise camilerdir. Camileri plan ve işlevlerine göre gruplara ayırmak da tanıtımı kolaylaştırıcı olacaktır.

Osmanlı Devrinde Bahçe Sanatı

Osmanlı Devrinde Bahçe Sanatı

Tarihler boyunca Osmanlı medeniyeti için bir değer oluşturmuştur bahçeler… Osmanlı tarihçileri imparatorluğun askeri, siyasi durumu ve gelişimi hakkında fazlaca bilgi verdikleri halde, medeni durum ve yönlerinin gelişimine ışık tutabilecek bilgileri vermekten sakınmaları veya ihmal etmeleri sonucu, Osmanlı medeniyetinin esas bünyesi içinde parçalanmaz bir unsur olan bahçelerin tarihsel gelişimi ile ilgili yeterli sayılabilecek bilgiler günümüze ulaşmamıştır ne yazık ki… Mevcud kaynaklardan elde edilen bilgilerin yeterli olmayışı, diğer taraftan da aid oldukları devirlerden kalma bahçe örneklerinin günümüze ulaşmamış olmaları, Osmanlı bahçeciliği üzerine yapılan araştırmaları zora sokmaktadır takdir edersiniz ki.
Bu olumsuzluklarla birlikte, mevcud olan kısıtlı kaynaklardan elde edilen bilgiler ı
şığında edindiğimiz kanaat doğrultusunda asla ihmal etmedikleri bahçecilik alanındaki durum, aşama, faaliyet ve hamleleri, belli başlı örnekleri kısmen de olsa hatırlatılarak, Türk Bahçecilik Tarihi’ne dair bir pencere açılmış olacaktır.
Neredeyse bütün tezyinatında çiçeklerden esinlenen ve bunu çe
şitli örnekler halinde taşından toprağına kadar aşılayan bir milletin, hem estetik hem işlevsel manada bahçelere gereken önemi vermemeleri çok uzak bir ihtimaldir. Eski ve yeni bütün medeni milletlerde görülen ilk vatansever ve medeni gelişme adımının bahçe yaratmakla başladığını kabul ettiğimize göre, Türk bahçeciliğinin her halde çok eski devirlere kadar uzanıp giden bir geçmişi olması da mantıken icab eder. Ayrıca bahçecilik ve çiçekcilik alanında vaktiyle yetişen Türk ve bilhassa Osmanlı mütehassıslarının sayıca bolluğu ise, diğer milletlerinkiyle her bakımdan boy ölçüşebilecek durumda oldukları da bir gerçektir.
Osmanlı Türklerinde bahçecili
ğin bir bilim dalı ve sanat olarak görülmesi oldukça eski tarihlere dayanır.Bu eskiliğin hicri 900 (1495) tarihlerinden daha geçmiş zamanlara doğru uzanıp gittiğini gösterecek nitelikte “Tezkire-i şükufeciyan”, “Revnaku’l-ezhar”, “Şükufenama”, “Mi’yaru’l-ezhar”, “Ferahname” ve”Garsname” gibi bir takım tarihi kaynaklara rastlanmaktadır. Hicri 1100 (1689) yıllarında Şehremini Cami’nin hatibi olan Übeydullah Efendi yazdığı Netayicü’l-ezhar (Tezkire-i şükufeciyan) adlı çiçekci kitabında çiçekseverliğe gayret edilmesinin çiçek yetiştirmede ne derecede etkili olduğundan, zamanında mevcud olan çiçeklerin kimler tarafından ilk olarak yetiştirildiğinden bahsetmektedir.
Ayrıca alfabetik sırayla çiçekçilikle u
ğraşan şahısların adlarını da kitabında sıralamıştır ki, bunlar arasında Ebüssuud Efendi ile İbrahim Han zade Ali ve Mehmed beyler, İmam zade Mehmed Çelebi, Yeniçeri efendisi İsmail, Anbarcı zade, Bostan zade Mehmed Efendi, Piri Paşa zade Seyyid Cemali Bey, Tezkireci Mehmed Efendi, Tacir Mustafa Çelebi, Cüce Hüseyin Çelebi ve Hasan Beşe gibi isimler bulunmaktadır. Übeydullah Efendi’nin bu eseri, Osmanlı bahçeciliğinin geçmişi incelenirken başvurulması gereken tarihi kaynakların başında gelir. Bunlardan başka Avcı Sultan Mehmed devrinde yaklaşık 1667 yıllarında Şükufename-i musavver adlı bir eser yazan Ali Çelebi ile Dördüncü Murad’ın aynı zamanda hekimbaşılığını yapan Kasımpaşalı Emin Mehmed Efendi, Hoca Sadü’ddin zade Salih Efendi, Tophaneli hattat Mahmut Çelebi, Dede Bey, Koca Mustafa şeyhi Hasan Efendi, Sarıyerli Solak zade oğlu, Fındıklılı Molla Çelebi, Üsküdarlı Muharrem usta, Çorbacı oğlu, Eyüblü veli Çelebi, Hasankaptan zade ve Üçüncü Ahmed devrinde yaşamış Üsküdarlı Toygarbaba lakabıyla bilinen Hamza Çelebi’yi sayabiliriz.
Türkiye’de ve özellikle
İstanbul, Edirne, Bursa gibi büyük şehirlerde eski devirlere aid Osmanlı bahçelerinin tasarımı, mimarisi, biçim ve içerikleri, kullanılan harç ve materyalleri hakkında yeterli derecede bilgi olmadığına, bunun yanında bahçe örneklerinin de günümüze ulaşmadığına temas etmiştik. Bahçelerle ilgili bilgilere başta eski minyatürler, divanlar, tarihler ve özellikle, isimlerinden bahsettiğimiz çiçek ve bahçelere dair yazılmış eserlerle arşiv belgelerinde rastlanmaktadır. Bu kaynaklar klasik devirdeki Osmanlı bahçelerinin nitelik ve özellikleri hakkında yeterli olmasa bile aşağı yukarı bir fikir verebilmektedir. Bu fikirler doğrultusunda, Osmanlı bahçelerinde genellikle dört köşe büyük mermer havuzlar, gölge veren ve meyva yetiştiren büyük ağaçlar, sarmaşıklı ve salkımlı çardaklar, sed ve merdivenler, fıskiye ve selsebiller, çeşme ve ağzından su akan arslan heykelleri, gülistanlar, lalezar ve çemenzarlar gibi canlı ve cansız materyallerin bulunduğu yühsek ihtimal dahilindedir. Osmanlı bahçelerinin tasarımlarında karakteristik olarak havuz (daha ileri dönemlerde yapay gölet ve şelaleler de mevcut), fıskiye, selsebil, çeşme, ağzından su akan heykeller v.s. gibi daha çok suya dayalı cansız materyaller ile çeşitli canlı materyallerin kullanılmasında, islamiyette yapılan cennet tasvirinin; “cennet içinden ırmaklar akan, büyük havuzlar ve şelaleler bulunan, çeşitli türlerde ağaçlar ile hurma bahçeleri ve üzüm bağlarından oluşan bir bahçe mekanı olarak vurgulanmaktadır” rolü büyüktür.
Osmanlı’da dünyevi mekanda bir cennet kö
şesi yaratma arzusu ile bahçelerinde bu tür canlı ve cansız materyalleri kullanarak karekteristik Osmanlı bahçesini meydana getirmiştir. Bahçelerde canlı materyal olarak çınar, şbudak, ıhlamur, karaağaç, çitlenbik, defne, erguvan, ve ahlat v.s. gibi büyük ağaçlardan, gül, lale, sünbül, zerrin ve karanfillerv.s. gibi bezeme elemanlarından bahsedilebilir. Bundan başka Osmanlı devri bahçelerinin mimari ve geometrik açıdan, bir tabiat taklidi eser olmadığını da kabul etmek gerekir. Bu durumda Osmanlı devri bahçesini, Osmanlı mimarisi gibi sadece milli bir zevk ve duygunun ürünü olarak düşünmek gerekir. “Süs” ten ziyade “mantık” ve “fayda” ya önem veren bu zevk ve duygu, yarattığı bahçesinde de kendisini göstermiş ve bu nedenle çiçek kadar yemişe ve ağaca da değer vermiştir. Ayrıca Osmanlı devrinde Türk bahçesinin, bahsettiğimiz belli başlı unsurları gibi; bir ev veya bir konağın, bir köşk veya bir sarayın en önemli bir bölümü olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Aralarında yerin konumu ve müsadesine göre değişik şekillerde tasarlanarak yapılmış olanlar gibi bazı ayrılıklar bulunmasına rağmen içerik ve karakter itibariyle birbirlerine aşağı yukarı benzemektedirler.
Osmanlı devrinde
İstanbul’da her ev veya konakta olduğu gibi padişahlara aid saray, kasır ve köşklerinde birer bahçesi olduğu bilinmektedir. Gerek Osmanlı tarihlerinde, gerekse basılmamış arşiv belgelerinde bu gibi yerlerden bahçe olarak bahsedilmektedir. Önceleri sahiplerinin elinde iken sonraları ölüm, terk gibi daha birçok nedenden dolayı padişahlara intikal eden bahçeler de mevcuttur. Osmanlı srayında bulunan asıl hasbahçe haricinde, yine padişahlara tahsis edilen İstanbul bahçeleri de vardı. Bilindiği gibi İstanbul’da Topkapı Sarayı’ndaki Hasbahçe içindeki binaların bir çoğu ilim ve sanat öğretilen irfan yuvaları idi. Osmanlı’da ilim veya sanat akademisi sayılan bu yere Hasbahçe denilirdi. Mimar Koca Sinan ile Mimar Mehmed Ağa’nın hep bu hasbahçedeki çalışma mekanlarından ilham alarak yetiştiklerini biliyoruz.
Şahsi gelirlerinin bir kısmını veya şahsi zevklerinin belli bir bölümünü temin ve tatmin etmek amacıyla Osmanlı padişahlarının İstanbul’un muhtelif yerlerinde bahçeler tesis ve işletmeleri çok eski bir usuldü ve bu iş Osmanlı sarayında önemli bir yer işgal eden bostancılar sınıfının esas görevini teşgil ediyordu. Ayrıca Rumeli’de Tunca ve Meriç vadilerinde Edirne sarayına bağlı geniş sahalar işgal eden bu cins bahçeler mevcuddu. Bostancı ocağında görevli kişiler, ya sarayın Hasbahçesi’nde veya saray haricindeki, diğer bahçe ve bostanlarda hizmet ederlerdi. Bostancı ocağı dokuz dereceli bir sınıftan oluşmaktaydı. Bahçe ve bostan işleriyle meşgul olan bostancılar, Hasbahçe ve hassa bostancıları olarak iki kısımdı. Birinci kısım yirmi bölüktü; ve sarayda Hasbahçe’ye bakarlardı.Saray dışındaki bahçe ve bostanlarda çalışan bostancılar, üstad denilen başlarının gözetimi altında ayrı ayrı topluluk halinde idiler.



Osmanlı Ressamları

Osman Hamdi,

(doğum 1842 İstanbul - ölüm 24 Şubat 1910 İstanbul)



1860'da hukuk öğrenimi için Paris'e gitti. Hukuk öğreniminin yanı sıra o dönemim ünlü ressamlarının atölyelerinde çıraklık yaparak iyi de bir resim eğitimi aldı.1869 yılında Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğü''ne atandı. 1871'de İstanbul'a geri dönünce sarayda çalıştı. 1881'de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi)'a atandı. Bu görevi ile Türk müzeciliğinin parlak dönemleri başladı. 1883yılında Güzel Sanatlar Akademisi Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni kurdu ve müdürlüklerini üstlendi. 1884'te o güne kadar hiç gündeme gelmemiş olan ve çokça kayıp verilmiş olunan bir zaafı, antik eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan Asr-ı Atîka Nizamnâmesini çıkarttırark yürürlüğe soktu.Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Lagina ve Sayda'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda'da yaptığı kazılarda bulduğu, arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan, aralarında İskender Lahiti'nin de bulunduğu bir takım antik eserler çıkardı. Burada bulunan eserler bugün Osman Hamdi Bey'in bulmuş olduğu birçok eser gibi, kendisinin temellerini attırdığı İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir.


Michael Hiep Eserleri



14 Mart 2011 Pazartesi

Suluboya Denizkızı Resim Çalışması, Watercolor Mermaid Picture

Suluboya Denizkızı Resim Çalışması, Watercolor Mermaid Picture



Dramatik Sanatlarda - Dekorcu-Kostümcü

Dekorcu - Kostümcü



Tanımı

Tiyatronun programına uygun olarak tiyatro, opera, sinema gösterilerinde rol alan sanatçıların giysilerini ve sahne dekorlarını tasarlayıp uygulayacak bilgi ve beceriye sahip kişidir.

Görevleri

* Oynanacak eserde sanatçıların rollerini ve eserdeki olayın geçtiği dönemin yaşayışını inceleme ve o eserde kullanılması gereken giysi, saç, eşya vb. modelleri belirlemek,
* Tasarladığı modeller için gerekli malzemenin sağlanması ve bunların atölyede yapılması için gerekli çalışmaları yürütmektir.

Yaratıcılıktaki Engeller

Yaratıcılıktaki Engeller

1. Çok meşgul olmak ve problemlerle çok haşır neşir olmak.
2. Çatışan hedeflere ve amaçlara sahip olmak.
3. Dinlenebilmek için yeteri kadar zaman ayıramamak.
4. Eleştirilme korkusu.
5. Kendine güven eksikliği
6. Ruhsal durum.
7. Duyguları beslemeyen steril bir çevre.
8. Çabuk sonuç üretme talepleri ve ihtiyacı
9. Bilgi toplamayı veya iletişim kurmayı engelleyen katı kurallar veya engeller.
10. Kırıcı sözler.
11. Popüler kültürle fazla haşır neşir olmak.
12. Stres
13. Rutinleşme.
14. İnançlar.
15. Ego.
16. Korkular.
17. Kendini eleştirme ve negatif düşünce.

Yaratıcılığı Engelleyen Olaylarla Nasıl Başa Çıkabiliriz?

1. Düşünce zamanı ve alanı oluşturmak.
a. Müzik dinlemek.
b. Sabahları koşmak.
c. Yoga.
d. Meditasyon.

2. Çocukların oyunlarıyla haşır neşir olmak.
a. Yaratıcı düşünceye yardımcı olan oyuncaklar.
b. Çizimler.
c. Konuşma ve soru sorma.
d. Entelektüel düşünceye yardım edecek ve yaratıcı çözümler oluşturmayı sağlayacak oyunlar.

3. Günlük olayların denenmesi ve kullanılması. Normalde sıkıcı ve monoton olanlarla ilgilenildiğinde ilginç oldukları görülür. Çocukları da izlediğinizde onların günlük hayattaki problemlere yönelik kendilerine özgü yaratıcılıklarını görebilirsiniz.

Rol ile Eğitim Yöntemine İlişkin Bir Örnek|Sir Dominic Oyunu

DOROTHY HEATHCOTE’un ROL ile EĞİTİM YÖNTEMİNE İLİŞKİN ÖRNEK ÇALIŞMA
SİR DOMİNİC OYUNU

Grup: 10-11 yaş; 12 erkek çocuğu; okul salonu
Ders süresi: 45 dakika
Amaçlar: Ahlaki ikilemin, öykü kullanılmasından daha etkili olabilen drama yoluyla anlaşılıp
anlaşılamayacağının denenmesi. Bu ders Ahlaki Eğitim tasarısının bir parçasıdır.
Öğretmen, sınıfta bir ısınma yaptırır. İlgilerini sağlar, özgüveni yaratır.
Bu fikri ileri sürerken role girecektir.
Öğretmen, çocuklara, anında algılayıp hareket edecekleri, bir çalışma yapacaklarını açıklar.
Onlara kısa bir alıştırma önerir. İçlerinden biri ile konuşmaya başlar: “İki paket cips lütfen.”
Neredeyim?’ ‘Balıkçı dükkânı.’ ‘Ben kimim?’ ‘Müşteri.’ ‘iyi.’
Başka bir çocuğa: “Tamam evlat, senin adın ne? Gecenin bu saatinde dışarıda ne arıyorsun?"
‘Ben kimim?’ ‘Polis.’ ‘Doğru.’



Öğretmen atmosferi hazırlar ve çalışmayı yapılandırmaya başlar.

Öğretmen, çocuklara şimdi yapacaklarının o kadar kolay olmayabileceğini anlatır.
Şimdi yapacakları şey geçmişte kurulacak ve yavaş ilerlemeleri gerekecektir. Bu çok ciddi bir oyun olacaktır.

DAİRE – drama için çok gerekli bir şekil

Öğretmen sınıfa daire şeklinde oturmalarını söyler. Çok ciddi bir şekilde sandalyesini onların arasına koyar ve role başlar:
ÖĞRETMEN ROLDE
Kuttörensel ve resmi bir atmosfer kurulur.

Grup Oyunu Örneği / Fotoğraf Karesi

FOTOĞRAF KARESİ

Tanım: Katılımcılar kendi bedenlerini kullanarak, bir yaşantıyı, düşünceyi, ya da temayı fotoğraf şeklinde yansılarlar ya da bir kişi gruba heykeltıraşlık yapar. Gerçek - hayal, rüya - kâbus gibi karşıtlıkları da gösterebilirler. Bunun için, değişik karşıt imgeleri de oluşturabilirler.

Çıkış Noktaları: Fotoğraflar, videoda donmuş görüntüler, portreler, reklamlar vb.

Öğrenme Yolları: Fotoğraf karesiyle düşünceyi somut olarak yansılamak, izleyenler tarafından kolayca algılanan bir bulgu olduğu kadar, katılımcı için de pratik ve ekonomik bir ifade formudur. Bu ifade biçiminde katılımcılar, dil ile iletişimde olduğundan daha fazlasını sunarlar.

Örnek: Büyük kente gitmek isteyen bir gencin fotoğrafı, O’nun için endişelenen ailesinin fotoğrafı, Gencin büyük kentte yaşayabileceği olumsuzlukların fotoğrafı tüm grupça canlandırılır. Sonra grup olayı tartışır. Gencin büyük kente gitme nedenleri üzerinde durulur. Kırsal kesimdeki insanların yaşayışlarının daha iyi bir hale getirilmesi için grubun belirleyeceği fotoğraflar oluşturulur. Sonuç olarak grup olayı değerlendirir.

GRUP OYUNU

Tanım: Lider dâhil tüm grup, kendilerini gerçekten bir sorunla karşı karşıyaymış gibi hayal ederler. Grubun konuşma ve tavırları bu sorunun yarattığı atmosfere uygun olarak belirlenir ve sorun çözülür.

Çıkış Noktaları: İmgesel oyun deneyimleri, grup fantezileri, takım oyunları, film veya tiyatro çalışma deneyimleri, grupların farklı durumlarda davranabileceği veya reaksiyon gösterebileceği toplu imgesel çalışmalar.

Operanın Tarihçesi

Operanın Tarihçesi




Opera sanatının anayurdu İtalya’dır. Rönesans’ın başlıca merkezlerinden biri olan Floransa, çağımız müzikli sahne eserlerinin de beşiği sayılır. Incelemelerden, opera fikrinin bu şehirdeki bazı müzikçi ve şairlerin birleşerek eski Yunan oyunlarına benzer eserler yazmak istemelerinden doğduğu anlaşılıyor. Örnek olarak “Yunan Trajedisi” alınınca eşlik edecek müziğin nasıl olacağı problemi tartışmalara yol açmış, mısraları Renuccini tarafından yazılan ve Peri tarafından 1594 de bestelenen “Dafne” adlı ilk opera sanat çevrelerinde büyük heyecan uyandırmıştı. Böyle bir verimde, sarayını operanın ilk yaratıcılarına açıp onları destekleyen sanatsever Vernio Kontu Giovanni Bardi’nin rolü ve hizmeti büyüktür. Peri 1600 yılında “Euridice” adlı bir opera daha yazmıştır. Her iki verimi de basit şarkılarla donanmış ilkel opera örnekleridir. Operada ilk gelişimi Monteverdi’de görüyoruz. 1607 yılında bestelediği “Orfeo” adlı operasıyla orkestrayı birinci plana almış, ses türlerini zenginleştirmiştir. Gagliani ve Rossi gibi bestecilerle koro, resitatif ve gelişmiş arya türleri doğmuş, 1637′de Venedik’te ilk opera binasının açılmasıyla sanatın merkezi Floransa’dan bu şehre geçmiştir. Burada koro ikinci plana alınmış, “arioso”, “canzone”, “cavatine” gibi yeni teganni şekilleri katılmış, resitatif önem kazanmıştır. Cesti, Ziani, Draghi, Pallavicini, Vivaldi ve Lotti gibi sanatçılarla Venedik üslubu opera doğmuştur.
Italyan operası Avrupa’ya tez zamanda yayıldı. Almanya’da 1627′de ilk defa Schütz “Daphne” adlı Floransa stili bir opera besteledi. Müzikli sahne eserleri Alman şehirlerinde, özellikle Viyana, Münih, Dresden, Hamburg ve Leipzig tiyatrolarında yer buldu. Oynanan eserler İtalyancaydı. Ulusal Alman Operası 1644 yılında Staden tarafından yazılan ve ilk Almanca opera olan -Seelewig- adlı eserle başlamış, Hamburg, Alman Operasının ilk belli başlı merkezi olmuştur. Strung, Kusser ve Keiser gibi besteciler de ilk önderlerdir. İngiltere’de Purcell, İtalyan üslubu birkaç opera bıraktı. Fransa’da opera zevki 1645 senelerinden sonra memlekete gelen İtalyan opera truplarının etkisiyle uyandı. 1671′de ilk opera binası Académie Royal de Musique, Cambert adlı bestecinin -Pomane- adlı eseriyle açıldı. Fransız Operasının o zamanki büyük yaratıcısı aslen İtalyan olan Lully’dir. Klasik tiyatro eserleri, Corneille’in trajedileri, Moliére’in komedileri bestelendi, saray balesi ve çeşitli danslar operanın ana süsleri olarak kullanıldı. Lully’nin günümüze kalmış eseri 1674′te yazdığı “Alceste” dir. Lully okulunu Rameau 1733 de bestelediği “Hippolyte de Aricie” operasıyla sürdürdü. 17.yy. sonlarına doğru Napoli, İtalyan operasının merkezi olmaya başladı. Okul, Provenzale tarafından kuruldu ve Alessandro Scarlatti tarafından başarıyla temsil edildi. Bu okulda bir takım özellikler görmekteyiz; zengin melodik şarkılar “bel canto”, güzel, uzun aryalar, “secco recitativo” - eşliksiz resitatif’ gibi… Scarlatti’den sonra Leo, Durante, Feo ile Haendel’in de etkisinde kaldığı bu okul, müziğin şiir ve söze üstünlüğünü kabul etmişti. Daha sonraları Zeno ve Metastasio gibi metin şairlerinin trajedilerini besteleyen Bonancini, Porpora ve Piccini opera sanatına yeni buluilar getirdiler. Orkestra eşliği ile yapılan resitatifler bunların arasındadır. Almanya’da bu çağın büyük bestecileri Hasse ve Graun “opera buffa - gülünçlü opera” türünde başarı gösterdiler. İtalya’da yive bu çağlarda büyük operaların perde aralarında “intermezzo” denilen küçük, hafif sahne eserleri oynanıyordu. Pergolesi 1733 de bestelediği “La Serva Padrona” adlı “intermezzo”su ile bu tarzın üstün bir örneğini verdi.
“La Serva Padrona” birçok İtalyan ve Fransız bestecisi üzerinde etkiler yaratarak “opera comique” in doğmasını sağladı. “intermezzo”nun diğer ustaları şunlardır: Guglielmi, Paisiello ve Cimarosa…

Dramatik Sanatlarda - Bale Dansçısı

Dramatik Sanatlarda - Bale Dansçısı



Bale Dansçısı



Tanımı

Bale dansçısı, bir öyküde rolünü üstlendiği karakterin duygu ve düşüncelerini müzik eşliğinde vücut hareketleri ile sahnede canlandırabilme bilgi ve becerisine sahip kişidir.

Görevler


* Sahnede canlandırılacak öyküyü okumak,
* Rolünü canlandıracağı kişinin duygu ve düşüncelerini özümlemek,
* Yapacağı hareketlerin figürlerini öğrenme ve bunu egzersizlerle geliştirmek,
* Ekip halindeki prova çalışmalarına katılmak,
* Gösteri günü vaktinde gelerek kostümünü giyme ve makyajını yaptırmak,
* Sırası geldiğinde sahneye çıkma ve figürlerini, müzik eşliğinde, ayak parmakları üzerinde zarif hareketlerle dans ederek yapmak,
* Hareketlerinin müzikle ve diğer oyuncuların hareketleri ile uyumlu olmasına çalışmak,
* Gösteri bitince, diğer oyuncularla birlikte seyircileri selamlamak,
* Sahnede tek başına, bir eşle veya dans grubunun üyesi olarak figürlerini sergilemektir.

Karagöz Oyun Malzemeleri

Karagöz Oyununda Hangi Malzemeler Kullanılır
Karagöz Oyununda Kullanılan Malzemeler Nelerdir
Karagöz ve Hacivat




Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir.Perdeler önceleri 2 x 2,5m iken sonraları 110 x 80cm ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altında kurulmuş “peş tahtası” vardır. Eskiden peş tahtası üstüne tasvirler, hayal ağacı, def, şem’a, oyun metni vb. konulurdu.
Karagöz oyununda tasvirlerin yanısıra tasvir sopaları, zil, def, nâreke (kamış düdük), perdeyi aydınlatan ışık kaynağı kullanılır.

13 Mart 2011 Pazar

Umberto Eco’dan Çirkinliğin Arkeolojisi

Umberto Eco’dan Çirkinliğin Arkeolojisi





Daha bizler güzelliğin tanımını yapamadan, hâlâ lafa gelince “güzellik görecelidir” diyerek işin içinden sıyrılma yollarının peşinde koşarken, Umberto Eco tüm derinliğiyle Çirkinliğin Tarihi’ni kaleme almış. Bundan birkaç yıl önce yayınlanan Güzelliğin Tarihi’nden sonra hem güzellik kavramının tamamlayıcısı olarak, hem de başta Batı kültüründe olmak üzere, dünya kültür tarihindeki çirkinlik algısının arkeolojisini yapıyor. Ama öyle sandığımız gibi, genel bir çirkinlik tanımı ardından ilk çağdan günümüze çirkinler nelerdi, kimlerdi şeklinde bir sıralamayı takip etmiyor Eco. Zaten takdir edersiniz ki, böyle bir sıralama ona yakışmazdı. Kitabı okuduktan sonra “çirkin” kavramının tüm eksiklerini giderecek, belki de Çirkin Kral tanımlamasının arkasında yatan gerçekleri daha iyi ayırt edebilecek duruma geleceksiniz.


Antik Yunan’da iç güzelliği önemliydi

Çirkinliğin tarihi

Umberto Eco, Güzelliğin Tarihi’nden sonra şimdi de çirkinliğin peşine düşüyor...




Güzellik nedir? Hoşa giden, çekici, uyumlu, etkileyici, mükemmel, görkemli, takdire şayan, haz verici... Kuşkusuz insanlık yüzyıllar boyunca güzellik üzerine kafa yordu, tezler üretti, ona ulaşmaya, “o” olmaya çalıştı. Peki ya çirkinlik? Onu, sadece güzelliğin karşıtı diye tanımlayıp geçmek haksızlık olmaz mı? Çirkinlikten de haz alınamaz mı? Doğan Kitap’tan çıkan, Umberto Eco’nun hazırladığı “Çirkinliğin Tarihi” kitabı her yönüyle “çirkinliği” anlatıyor. Kitap, Güzelliğin Tarihi’nin devamı niteliğinde. “Ne de olsa” deniyor tanıtım yazısında, “güzellik ve çirkinlik birbirlerini imleyen kavramlar...

Çağdaş Türk Edebiyatı'nın en iyi 40 şeyi

"Çağdaş Türk Edebiyatı'nın en iyi 40 şeyi"

''Notos Öykü ve Edebiyat Dergisi'', Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın TEDA (Türk Edebiyatını Dışa Açma) Projesini ''Türk Edebiyatının En İyi 40 Şeyi'' listesine aldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Notos Dergisinin şubat sayısında yer alan ve 181 yazarın katılımıyla düzenlenen ''Türk Edebiyatının En İyi 40 Şeyi'' anketi sonucunda, TEDA Projesi ve Türkiye'nin Frankfurt Kitap Fuarı'nda onur konuğu olmasının listede yer aldığı belirtildi.

Anadoluda Pişen Toprak -Gönül Paksoy Koleksiyonu

Son Kalkolitik Çağ Çanakları Batı Anadolu-Tek Kulplu Çanak


İlk Tunç Çağı Gaga Ağızlı Testiler Batı Anadolu


İlk Tunç Çağı Gaga Ağızlı Testiler Batı Anadolu